Ayaz Ata ve Nardugan var mı? 

Ayaz Ata gerçek bir kişi mi? Eski Türkler’de Nardugan diye bir bayram var mı? Noel Baba’nın Rus alternatifi Ded Moroz ile Ayaz Ata diye paylaşılan figür arasındaki ilişki ne? Ruslar mı Türkler’den aldı, Türkler mi Ruslar’dan? “Yenisey’den Seyhun’a TÜRKLER” kitabının yazarı Doç. Dr. Hayrettin İhsan Erkoç, Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ’a atfedilen paylaşımlarla doğan Ayaz Ata ve Nardugan efsanelerine son noktayı, Emre Kulcanay’a verdiği özel röportajda koydu. İşte video ve uzun anlatımın deşifresiyle o röportaj…

Her yılın son haftasında mevsimi gelir, Facebook coşar Ayaz Ata ve Nardugan paylaşımlarıyla… Peki Eski Türkler’de Ayaz Ata diye bir kült var mı? Ruslar’ın Noel Baba’ya alternatif yarattığı Ded Moroz kim? Nardugan Bayramı diye bir günümüz var mı? Eski Türkler’de ağaç süsleme ve üzerine kutup yıldızı veya onu hatırlatacak bir süs/demir koyma geleneği var mıydı?

Ayaz Ata ve Nardugan hakkında efsaneleri, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Hayrettin İhsan Erkoç ile konuştuk. “Yenisey’den Seyhun’a TÜRKLER” kitabının da yazarı olan Erkoç, Eski Türkler’deki inanışları, araştırmalarında karşılaştıklarını, Ayaz Ata efsanesinin nasıl doğduğunu Emre Kulcanay’a anlattı. İşte o röportajımız:

Ayaz Ata kim, Nardugan diye bir bayram var mı? Eski Türkler’in önemli bayramları hangileri?

Sayın Doç. Dr. Hayrettin İhsan Erkoç, yıl biterken sosyal medyada Ayaz Ata ve Nardugan paylaşımlarını görürüz ve anlarız ki mevsimi geldi… Ayazata, Nardugan yine gündemde. Hemen soralım: Nardugan nedir, Nardugan Bayramı nedir? 

Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Öğretim Görevlisi, Tarihçi, Doç. Dr. Hayrettin İhsan Erkoç, Ayaz Ata ve Nardugan ile Eski Türkler hakkında çok önemli açıklamalarda bulundu…

“Nardugan, daha ziyade İdil-Ural sahası dediğimiz yani Doğu Avrupa’da yaşayan Türk toplulukları arasında kullanılan bir kelime. Bir özel gün için kullanılıyor. Hıristiyan Türk toplulukları bazen Noel için kullanabiliyorlar. Fakat daha ziyade özellikle Başkurtlar, Kazan Tatarları, Çuvaşlar gibi toplumlarda Nardugan veya Nardoğan diye telaffuz edilebiliyor.

Daha ziyade Nevruz Bayramı için kullanılabiliyor.

Havaların ısınmaya başladığı bir zaman için kullanılan bir terim aslında. Kış yıldönümü ile alakası yok. Bazen, dediğim gibi Hıristiyan Türk toplulukları kullanabiliyor: Michelle Tatarları var mesela, Çuvaşlar, Ortodoks Türkler bunlar, onlar kullanabiliyorlar.

Nardugan kelimesi aslında iki farklı kelimenin birleşmesiyle oluşmuş:

Bunlardan “Nar” kelimesi Türkçe değil… Moğolca bir kelime, “Güneş” demek Moğolca’da…

Moğolca’dan Türkçe’ye geçmiş. Biliyorsunuz o sahaya Moğollar hakim olmuşlardı: Altınordu Hanlığı olarak. Bu devlet çok kısa süre içinde Türkleşiyor, bunu da söyleyelim. Yani bir Türk devleti olarak kabul ediliyor Altınordu. Ve tabii bu dönemde orada yaşamış Türk topluluklarına Moğolca kelimeler geçmiş.

Moğolca’da da çokça Türkçe kelime var. Karşılıklı kelime alışverişi yapıyorlar.

“Dugan” ve “Dogan” da “Doğan” demek zaten.

Yani, “Güneşe doğan” veya “Güneşte doğan” anlamına geliyor bu kelime. ‘Havaların ısınmasını’ yansıtan bir kelime diyebiliriz.

Sosyal medyada özellikle son yıllarda dolaşan çeşitli iddialar var; onları biraz sonra konuşuruz…

Eski Türkler’de var mıdır, yok mudur? Sorusunda şunu söyleyeyim:

Eski Türkçe’de “Ne” ve “Nasıl” gibi birkaç istisna dışında “N” harfiyle kelime başlamaz. Bu da kelimenin Türkçe asıllı olmadığını bize gösteriyor. Moğolca’da “N” ile başlayan kelimeler var ama Türkçe’de genellikle yok.

Yarı Moğolca, yarı Türkçe bir terim aslında Nardugan.

“Nar” kelimesi Türkçe’de ateş olarak da ifade edilir. Türkülerde geçer, bu kelimede de “Nar”ın ateş ile bağlantısı var mıdır?

Belki semantik olarak vardır diyebiliriz ama Türkçe’deki “Nar”, başka bir “Nar”. Arapça’dan alınmış olabilir ama Türkçe değil. Zamanla Türkçe’leşmiş bir kelime… Türkçe’nin ödünç aldığı, zamanla kendisinin de kullandığı bir kelime…

Nardugan Bayramı için 21-21 Aralık tarihleri veriliyor ve deniyor ki, “Gece ile gündüz savaşıyor”, “Kış ile yaz savaşıyor”, “Soğuk ile sıcak savaşıyor” ve sıcak kazanıyor. Geceler kısalmaya, günler uzamaya başlıyor. Araştırmalarınızda, gece-gündüz veya kış-yaz savaşına dair cümleye rast geldiniz mi?

Çalıştığım dönemlerde hiç böyle bir anlatıya denk gelmedim. Daha ziyade Göktürk dönemi çalışıyorum, İslam öncesi Türk tarihi uzmanlık alanım, tabii ki Göktürkler’den önceki Türk topluluklarını da inceliyorum. Türk mitolojisi hakkında da çalışmalarım var. Tüm bunlarda böyle bir bilgiye denk gelmedim ben.

1000-1500 yıl önce yaşamış Türk topluluklarında böyle bir bayram yok.

Kış dönümü günleri tüm toplumlarda özel görülen günler. Bu insanlar doğa içinde yaşadıkları için havaların ısınması ve soğuması son derece önemli, bazı böyle özellikler atfediyorlar ama eski Türkler dediğimiz Hunlar, Göktürkler, Uygurlar’ın İslam öncesi, Müslüman olmamış Türk topluluklarının böyle bir bayram kutladıklarına dair elimizde bir veri yok.

Bir tek şöyle bir şey var; Nardugan iddialarının kendisiyle çelişen bir hususunu da söyleyeyim:

Genellikle 21 Aralık’tan 22 Aralık’a geçilirken belki ‘Yılbaşı’ymış gibi anlatılıyor ama aynı zamanda Nevruz Bayramı da var. Şimdi Nevruz Türkler’in bayramıysa nasıl iki farklı yeni yıl oluyor? Nardugan yeni yılsa, o zaman Nevruz’un olmaması lazım. Aslında eski Türkler’de yeni yıl iki tarih de değil. Aslında Şubat’ın ikinci haftası ya da üçüncü haftasına denk geliyor, Eski Türkler’de Yılbaşı…

Bu da zaten Çinliler’in de kullandığı ’12 Hayvanlı Takvim’ var biliyorsunuz. Hem Türk toplulukları hem Çinliler kullanıyorlar. Bu, Doğu Asya’da çok yaygın bir takvimdir. Kökeni tartışmalı, onlara girmeyelim, bizi çok ilgilendirmiyor şu anda. Bu takvimde Şubat’ın ortası, ikinci veya üçüncü haftası Yılbaşı olur; bu Ay merkezli bir takvim olduğu için de değişir. Her yıl farklı bir gün kutlanır. Çin kaynakları içinde iki tane kaynak var Hunlar’dan bahseden, şunu diyor bize:

“Hunlar, birinci ayda hükümdarlığın otağında toplanıp kurban keserler, bir kurban töreni düzenlerler… Buradaki birinci ay da Şubat’a denk geliyor. Biz yeni yılın Hunlar’da Şubat’ta başladığını biliyoruz. Göktürk yazıtlarında da 12 Hayvanlı Takvim kullanılmış, orada da yapılan hesaplamalarda aynı Çin’de olduğu gibi Şubat’ın birinci ay olarak kabul edildiğini görmekteyiz. Şubat’ın sonları, Mart’ın başı birinci ay olarak kabul ediliyor.

Nevruz biraz daha Türkistan sahasında yaşamış Türk topluluklarında yaygın görülen, aslında İranlılar’dan alınan bir bayram…

Türkler, Avrasya bozkırlarından güneye inmeye başladıkça Uygurlar’dan itibaren Nevruz’u yeni yıl olarak kutlamaya başlamışlar. Oranın coğrafyası, iklimi daha farklı kuzeye göre: Moğolistan, Sibirya, Kazakistan’ın bozkırları gibi… Normalde Türk boylarının büyük kısmı buralarda yaşıyorlar. Biraz daha batıda, Karadeniz’in kuzeyinde yaşayan Türk toplulukları da var: fakat Uygur döneminden itibaren hem Uygurlar, hem Karluklar hem Oğuzlar gibi boylar daha güneye inmeye başlıyorlar ve yeni yıl o zaman kutlanıyor.

Kış dönencesinde bir bayram kutladıklarına ilişkin elimizde bir kayıt var, sadece bir tane ben tespit edebildim, Uygurlara ait o da… Hun ve Göktürkler’de böyle bir bilgi yok.  Göktürkler’in kurban törenleri yaptıkları dönemler belli, birinci ve beşinci ayda var. Hem Hunlar hem de Göktürkler’de, o da Haziran’a denk geliyor yaklaşık olarak. Haziran sonu, Temmuz başına… Bir de sekizinci ayda, havaların soğumaya başladığı dönemlerde de yine başka kurban törenleri yapıyorlar.

Wan Yeng Te, Çinli seyyah…

Bir tane seyahatname var; Wan Yeng Te’nin… Benim yüksek lisans hocam, rahmetli Prof. Dr. Özkan İzgi, Türkçe’ye çevirmişti.

Wan Yeng Te, 10’uncu yüzyılda Turan bölgesinde Uygurlar’a giden Çin heyetinin başındaki kişi. Döndükten sonra seyahatnamesini yazıp Çin sarayına sunuyor. Song adında bir hanedan var o tarihlerde. Şimdi burada diyor ki;

“Uygurlar’da Çinliler’e ait takvim kullanırlardı, saltanat takvimi… Bir de diyor ki, 8’inci yüzyılda iki tane dönencede festival kutlar. Bir tanesi, yaz dönencesine denk gelen Şai adında bir takvim; burada daha ziyade toprağa kurbanlar sunuluyormuş. Bu aslında Çipi Çin bayramı, Uygurlar da kutluyorlarmış.”

Bir de 21 Aralık’ta Kış Dönencesi’nde kutladıkları Dun Cıa adında başka bayram varmış. “Festival gibi kutlarlar” diyor… Dun Cıa da normalde Çinliler tarafından kutlanan bir festival.

Şimdi şunu bilmiyoruz: Uygurlar, Şıa ve Dun Cıa bayramlarını Çinliler’den mi aldılar, yoksa aslında kendileri kutluyorlardı da Çinli elçi sanki Çin’deki bayramların eş değeri gibi mi gördü, onu söylemiyor bize.

Hunlar’ın ve Göktürkler’in de bu yaz ve kış dönencelerinde bayram kutladıklarına dair ne yazık ki elimizde bir veri yok.

Ama belki bir kutlama yapmış olabileceklerine dair bir tahmin edebiliriz çünkü pek çok dünya kültüründe var. Uygurlar’dan önceki Türkler’de olup olmadığını bilmiyoruz; ‘Olabileceği varsayımı’nda bulunabiliriz ama kesin bir şey yok. Hele de Hun ve Göktürk döneminde Nardugan gibi 22 Aralık’ta bir bayram kutlandığına dair hiç bir veri yok elimizde. Onu rahatlıkla söyleyebiliriz. ”

Nardugan kelimesi içindeki “Nar”dan, meyve olarak Nar geliyor aklımıza; bir de Hıristiyan / Ermeni komşularımızdan geçen bir inanış var: “Yılbaşı akşamı kapının önünde nar kırmak”… Ki, yeni yıl bolluk-bereket getirsin diye biri bin, biri milyon olsun diye güzel bir inanış var. Oradan bir benzeşme/çağrışım yapabilir miyiz Nardugan’a? 

“Bolluk simgesidir Nar, içinden birçok tane çıkıyor, sembolik olarak böyle bir anlama sahip, ama Nar zaten, Avrasya bozkırlarında yetişen bir meyve değil. Eski Türkler’in (Hunlar’ın, Göktürkler’in) böyle bir meyve tanımaları da mümkün değil. Ama Türkistan sahasında tabii ki yetişiyor, İran’da ve Türkistan’da nar var. Meyve olan Nar da Türkçe’ye Farsça’dan geçmiş. Eski Türkler’in Farslar’dan aldığı bir kelime bu. Nardugan’daki Nar o nar değil. Sadece ses benzerliği var. Nardugan’daki Nar, Moğolca’dan geçmiş, az önce de söylediğim gibi. O güneş anlamına geliyor.”

Türkler’de ağaç süsleme ritüeli var mıydı? 

“Ağaç, Eski Türkler’in kutsal kabul ettiği nesnelerden biri. Eski Türk inanışlarında doğadaki tüm nesnelerin bir ruhu olduğuna inanılır, kutsal görülür. Taşlar, ağaçlar, ruh sahibi nesneler olarak görülür. Bazı ağaçlar çok kutsal kabul ediliyor: Agaç kültü diye kabul ettiğimiz bir inanış var eski Türk inanışlarında ve bu ağaçlara çul çaput asma var. Asarken dilek de dileniyor, ağaçlar süsleniyor. Günümüzde Orta Asya’da da var, Türkistan’da da var. İdil-Ural sahasındaki Türkler’de de var. Moğollar’da da var. Hatta sadece ağaçlar değil önemli görülen taşlar, kayalar, tarihi eserler, Göktürkler’den Kırgızlar’dan kalma heykeller/yazıtlar var bunlar da Moğolistan’da kutsal kabul ediliyor.

Eski Türkler’de ağaç süsleme geleneği nedir?

Bunlara çeşitli renklerde çaput bağlarlar. Orhun yazıtlarının, Tonyukuk yazıtlarının, Güney Sibirya’daki Türk heykellerinin fotoğraflarına baktığımızda bazen gözüme çarpıyor, Şamanist Moğollar birşeyler bağlıyorlar. Zaten kutsal görülmesi sayesinde o yazıtlar günümüze ulaşmış. Ağaçlar da aynı şekilde kutsal görülüyor ve çaputlar bağlanıyor. Budist ve Şamanist Moğollar da yapıyor, Müslüman veya Şamanist Türkler de yapıyor. Bütün Orta Asya’da yaşayan toplumlarda var.

Ama 21-22 Aralık gecesinde veya yeni yılı kutlamak için ağaç süsleme geleneği yok Eski Türkler’de…”

Demek ki o ağaçların tepesine Kutup Yıldızı da konulmuyor?

“Tabii öyle. Ne kaya resimlerinde ne kaynaklarda bizzat Türkler’in diktikleri yazıtlarda, Çin kaynaklarında, İslam kaynaklarında, Avrupa-Roma kaynaklarında öyle bir bilgiye rastlamadım. Ağaçlar kutsal kabul edilir ama tepelerine yıldız asmak diye birşey yok. ”

AYAZ ATA EFSANESİ HAKKINDA ÖNEMLİ AÇIKLAMALAR GELİYOR

Ayazata kimdir? 

Ayaz Ata var mı, yok mu?..

“Ayazata, 20’inci yüzyılda karşımıza çıkan bir inanış. Aslında Rus kültüründen alınma bir figür bu. Normalde, eski Slav paganizminde Ded Moroz adında bir figür var. Bunu biz Rusça’dan Türkçe’ye “Kış Dede” olarak çevirebiliriz. Bunu sadece Ruslar’da değil diğel Slav topluluklarında da görüyoruz. Ded Maroz için Noel Baba’nın Slav versiyonu diyebiliriz. Eski bir -Hıristiyanlık öncesi- Slav ‘Kış Tanrısı’, ‘Kış Ruhu’ gibi bir figür aslında. İnsanları koruyup kollayan, kışın soğuktan koruyan bir ruh olarak görülüyor. Sonra Hıristiyanlaştıkca Ruslar ve diğer Slav halkları, onlar Hıristiyanlıktaki Aziz Nikola karakteriyle biraz özdeşleştirilmiş gibi. Ama Aziz Nikola ile Ded Moroz aynı karakterler değil, birbirlerine benziyorlar. Bir de Kuzey Avrupa toplumlarında çeşitli şekilde isimlendirilen figürler var, eski Pagan, Germen ve Fin-Ugol inanışlarından geliyor. Onlar da zamanla Hıristiyanlaştırılıyorlar. Noel zamanında çocuklara hediye veriyor, onları koruyorlar…

AYAZ ATA, RUS NOEL BABASI DED MOROZ MU?

Ded Moroz ve Kar Kızı…

Slav kültüründe Ded Moroz’un bir de torunu ve yardımcısı var: Rusça’da Sinigrouchka olarak adlandırılıyor. “Kar Kızı” diye çevirebiliriz bunu. Genellikle mavi giysiler giyer ve hep Ded Moroz’un yanındadır.

1917’de Sovyet devrimi olduktan sonra Noel ile alakalı figürler yasaklanmaya, en azından kötü gösterilmeye başlanıyor Sovyet Sosyalist yönetim (SSCB) tarafından. Ve daha ziyade Noel ile özdeşleştirilen bu figürler sekülerleştiriliyorlar ve yılbaşı için kullanılan figürlere dönüşüyorlar. Ve Ded Maroz aslında bu ilk Sovyet döneminde bu 1920’lerde falan bastırılmış. Hatta Ded Maroz karşıtı resmi kararlar bile var Sovyetler’in ilk zamanlarında. Ama sonra biraz daha Stalin dönemi ve sonrasında biraz daha rahatlamalar başlayınca popüler Sovyet kültürünün bir parçası haline gelmiş, yeni yılda ama daha çok Noel’de değil.

Bizde de Noel Baba figürleri asılır ya onun gibi düşünelim. Normalde Noel Baba, Hıristiyanlık’la alakalı bir figürdür ama biz mesela Hıristiyan bir toplum değiliz, bunu seküler bir şekilde kullanıyoruz. Aynı durum Sovyetler’de de var. E tabi, Sovyetler’e bağlı Türk toplulukları olsun, -yine Sovyetler’e yakın olan- eski sosyalist, Doğu Avrupa ülkelerinde de bu figür yaygınlaşıyor. Özellikle yeni yıl için kullanılan seküler bir figüre dönüşüyor. En çok da Soğuk Savaş döneminde var. Sonrasında Romanya, Bulgaristan, Belarus, Ukrayna, Yugoslavya gibi ülkelerde karşımıza çıkıyor bu figür. Onlar da çeşitli şekillerde, Ded Moroz’a benzer yahut farklı isimlerde adlandırmışlar.

Aynı durum Türk topluluklarında hatta Moğollar’da da var. Moğolistan da 1991’e kadar sosyalist bir cumhuriyetti. Orada da sovyet kültürünün Sovyetler içindeki kadar olmasa da belirli bir miktar etkisi var. Şimdi özellikle Türk topluluklarında da bu figürün Sovyet döneminde yaygınlaşmaya başladığını görüyoruz. Ve çeşitli şekillerde isimlendiriliyorlar. Ben bir liste çıkardım buradan sizlere okuyayım:

– Bizim en çok bildiğimiz Ayaz Ata figürü, bu terim Kazakça ve Kırgızca’da kullanılıyor aynı, Ayaz Ata şeklinde isim var onlarda.

– Özbekçe’de benzer şekilde Ayoz Baba olarak isimlendiriliyor.

– Türkmence’de Ayaz Baba olarak karşımıza çıkıyor.

– Azerbaycan Türkçesi’nde Şahta Baba olarak var bu figür. Şahta da kış, soğuk anlamına geliyor. Yardımcısına da Gar Gızı / Kar kızı diyorlar.

– İdil-Ural bölgesinde, Başkurtça’da ve Tatarca’da (Kırım ve Kazan) Kış Babay olarak karşımıza çıkıyor. Yardımcısı da Başkurtça’da Kar Hılım. Tatarca’da yine Kar Kızı olarak söyleniyor.

– Sahaca ve Çuvaşça’da biraz daha farklı telaffuz ediliyor bunların isimleri. Çuvaşça için en farklı lehçe diyebiliriz; Helmuçi olarak karşılaşıyoruz. Sahaca yahi Yakutça’da da “Çız Han” olarak karşımıza çıkıyor. O da “Kış Hanı” demek. Yardımcısı da “Har Çaanı” olarak geçiyor.

Ayaz Ata ya da Ayaz Baba figürü, Sovyet döneminden önce yok. Türkistan’da Çarlık Rusyası döneminde veya daha önceki dönemlerde yok. Fakat şöyle bir ayrıntı vereyim: Türkler’de kışla ilgili inanışlar var, Kış Tanrısı figürü eski Türkler’de karşımıza çıkıyor. Ancak Nardugan’la, Ayaz Ata ile bağlantılı bir figür değil bu, daha farklı. ”

Antik Yunan’daki ‘Deniz Tanrısı’, ‘Rüzgar Tanrısı’ gibi bir inanış mı söylediğiniz? 

Evet evet… Eski Türkler’deki en kutsal varlık, baştaki varlık, “Tengri”dir. Bizim “Gök tanrı” olarak isimlendirdiğimiz varlık. Onun altında da çeşitli ruhlar ve tanrılar var, daha çok Tengri’nin yardımcısı durumundalar. Yunan mitolojisindeki figürlere benzetebiliriz ama yerleşik toplumların çok tanrıcılığı gibi değil. Onlarda mesela bu tanrılar kendi aralarında mücadele ediyorlar, Yunan / Mezopotamya / Mısır / İskandinav / Germen tanrılarında ama eski Türkler’de çok öyle değil.

Tengri çok daha ön planda, diğerleri de ya doğayla alakalı inanışlar oluyor veya çeşitli olaylarla: Mevsim değişikliği, gökyüzü olayları, yer şekillerine kutsallık atfetme var. Eski Türkler, tek tanrılı mı çok tanrılı mı o başka bir tartışma konusu.

Şimdi ben kaynaklardaki bilgileri aktarayım:

Göktürkler’in efsanelerini aktaran Çin kaynakları var. Göktürk kayıtlarında bu efsaneler pek geçmiyor biz Çinliler’den öğreniyoruz bunları. Bunların arasından en ünlüsü olanı, “Kurttan Türeyiş”…

Göktürler’in atalarından bahseden ikinci bir rivayet var, Güney Sibirya taraflarında geçiyor bu rivayet; burada Göktürkler’in ataları arasında Içjini-nişidu diye geçen bir karakter var. Içjini-nişidu’nun doğaüstü güçleri olduğuna inanılıyor. Çince kaynakların anlatısına göre… Içjini-nişidu, yağmura, kara hükmedebiliyormuş. Kar ve yağmur yağdıran taş inancına benzer bir inanış söz konusu.

Bir inanışa göre; Içjini-nişidu, iki tane mevsim tanrısının kızıyla evlenmiş. Kış tanrısı ve yaz tanrısının kızları ile… Bu evlilikten de çocuklar doğuyor: Bir tanesi Kırgızlar’ın atası oluyor. Bir tanesi Ak Kuğu’ya dönüşüp uçup gidiyor. Bir tanesi de Göktürkleri yöneten hanedanın atası oluyor. Bu efsane sayesinde Göktürkler’de yaz ve kış tanrısı olduğunu görüyoruz.

Bu bahsettiğim bilgiler 6’ıncı-7’inci yüzyıllarda kaydedilmiş. 10’uncu yüzyıla geldiğimizde bir Arap seyyah çıkıyor karşımıza, İbn-i Fadlan adında. Abbasiler’in İdil Bulgarları’na gönderdiği heyetin başındaki kişi. İbn-i Fadlan, Bağdat’tan yola çıkıyor, İdil Bulgarlar’ına giderken Türk boylarına uğruyor. Oğuzlar’a misafir oluyor. Hatta Oğuzlar hakkında oldukça bilgi veriyor. Benim kitabımda da değindim ona. Başkurtlar’a uğruyor, Peçenekler’in arasından geçerek İdil Bulgarları’na kadar gidiyor. Başkurtlar’ın inanışlarını anlatıyor bizlere: İki tane tanrıya inandıklarından bahsediyor. En başta Gökyüzü Tanrısı, bizim Tengri dediğimiz varlık geliyor. Sonra sıralarken, Kış Tanrısı ve Yaz Tanrısı’ndan da bahsediyor. Hatta bir de şöyle bir bilgi veriyor: “Bunlar 12 tane tanrıya / ilaha inanırlar ama bunların birbirleriyle kavga veya mücadele etmediklerine en baştaki Gök Tanrısı’na yardımcı olduklarına inanırlar” gibi bir ifade var. İbn-i Fadlan Seyahatnamesi de Ramazan Şeşen çevirisini tavsiye ederim.

Aradan 150 yıl geçtikten sonra da -biliyorsunuz Kaşgarlı Mahmut, ünlü bir eseri var: Divan-ı Lugat-it Türk… Burada da Türkçe’den çok sayıda örnekler veriyor. Burada bir dörtlük paylaşmış, şiirde yaz ve kışın birbiriyle konuştuğu görülüyor. Ben bunu eski Türkler’deki inanışın devamı olarak görüyorum. Kaşgarlı “Bunlar Tanrı’dır” demiyor ama kutsal figürlermiş gibi konuşturuyor karakterleri. Kaşgarlı bu bilgileri, Müslüman olmuş Türk toplulukları içinde derlemiş. Kış tanrısı inancı var ama bu Kırgızistan’da gördüğümüz İdil-Ural veya Sibirya’da gördüğümüz Ayaz Ata, Ayaz Baba gibi figürler değil.

Ayaz Ata dediğimiz 1950’lerden itibaren Sovyet kültürünün, biraz da devlet eliyle teşvik edilmesiyle oluşturulan bir figür. Seküler (laik), Noel Baba’ya alternatif olarak Sovyetler’de yılbaşı için kullanılan, özellikle çocuk kültürünün bir parçası.”

AYAZ ATA’YI RUSLAR MI TÜRKLER’DEN ALDI, TÜRKLER Mİ RUSLARDAN?

Ded Moroz, SSCB’nin yerelden ulusala derlediği, Türkler’den aldığı bir karakter olabilir mi?  

O, iddialardan birisi fakat bunun herhangi bir dayanağı yok. Ded Moroz, Hıristiyanlık öncesinde Slav-Paganizmi’nde olan bir figür. Sonradan Hıristiyanlaştırılmış, Sovyet döneminde de sekülerleştirilmiş bir karakter. Sovyet döneminde Türkler’den alınmıyor, Türkler’e Sovyetler’den geçiyor.

Orta Asya’da Türkistan’da hanlıklar dediğimiz Kazak Hanlığı, Buhara Hanlıkları döneminde Türk kültüründe böyle bir kültür yok çünkü.

Ayaz Ata’ya orada rastlamıyoruz. 20’inci yüzyılda, Sovyet döneminde görüyoruz. Türk kültürüne ithal bir figür olduğu apaçık görülüyor zaten.

Kış Tanrısı diye bir figür var ama Ayaz Ata değil o.

Sovyetler nasıl, Cola’nın karşısına Kvas’ı koyduysa; Amerikan Hollywood ürünü haline gelen Noel Baba’nın karşısına da Ded Moroz’u koymuş. Peki ekonomik kültür, bir ürün mü oluşturulmaya çalışılıyor Türk dünyasında Ayaz Ata ismiyle?  Ayaz Ata sembolüyle bir ticaretin kapısı mı açılıyor? 

“Bilemiyorum, Türkiye’de Ayaz Ata’nın popülerleştirilmesi aslında siyasi bir sebepten. Çok siyasete girmek istemiyorum ama iktidara muhalif kesimlerde Ayaz Ata anlatısının popülerleştiğini görüyoruz. Ticari bir olayı var mı, açıkçası bilmiyorum. Satar mı? Satabilir… Teşvik de edilebilir aslında ama bu ithal bir öge…

Ticari kaygıları var mı, ben denk gelmedim. Belki de vardır, olabilir diyebiliriz.”

Tek soru – tek cevap rica edeceğim. Nardugan var mı yok mu? 

“Eski Türkler’de, İslam öncesi Hunlar, Göktürkler ve Uygurlar’da yok. Son birkaç yüzyıldır var, o da Karadeniz’in kuzeyinde, İdil-Ural sahasındaki Türk topluluklarında var.

Bütün Türk topluluklarında da yok.”

Ayaz Ata var mı, yok mu? 

“Eski Türk kültüründe yok. Yakın dönemde, 20’inci yüzyılda karşımıza çıkıyor. Rus kültüründen ithal olarak.”

MUAZZEZ İLMİYE ÇIĞ’IN AYAZ ATA KATKISI

Hiç kimsenin inancına, eğlencesine, ticaretine, vitrinine taş atmak niyetiyle yapmadık bu röportajı. Twitter’da bir kullanıcının şöyle bir cümlesiyle harekete geçtik: “Neneden, dededen duymadığımız Ayaz Ata’yı 2015’te Facebook’tan öğrendik” diye… 

“Evet doğru… Ayaz Ata ile ilgili iddialar 2000’li yılların ortalarında e-mail gruplarında dolaşmaya başlamıştı, ben o zaman lisans okuyordum Hacettepe’de, orada ilk gördüm: “Allah Allah?..” dedim, kimden çıktığını da biliyorum. Muazzez İlmiye Çığ hanımefendi yaygınlaştırıyor. O da Murat Acı adında, Rusya’da yaşayan Karaçay kökenli, amatör bir tarihçiden duymuş. Hiçbir kaynağa, hiçbir veriye dayanmayan tamamen spekülatif iddialar. Muazzez İlmiye Çığ hanımefendinin de belirli bir popülaritesi var ama Türkolog değil kendisi. Bakın özellikle vurguluyorum: Sümerolog. Sümer uzmanı, Eski Türk uzmanı değil ne yazık ki. O yüzden Sümeroloji hakkında söylediklerine ben birşey diyemem, benim alanım değil. Ama benim alanım hakkında ortaya bir iddia atıldığında da cevap veririm. Bu olay, sosyal medyada Facebook’ta 2015-2016’dan itibaren çok yaygınlaşmaya başladı.”

Yenisey’den Seyhun’a TÜRKLER kitabı…

 

İsteyen istediğine inansın, ister Noel Baba’ya inansın, ister Ded Moroz’a inansın, isteyen Ayaz Ata’ya inansın hepsine saygımız var. Çünkü sonuçta bunlar birer kültür ve sevgiyi, dostluğu, barışı, kardeşliği ifade eden güzel şeyler bunlar. Ama istedik ki, gerçekler de konuşulsun. Bu gerçekleri duyduktan sonra da Noel Baba’ya, Ded Moroz’a, Ayaz Ata’ya vereceğiniz o sevgiyi bence kendi annenize, babanıza, ninenize, dedenize verin; onlarla paylaştırın. Tamam onları da sevin ama kendi atalarınızı daha çok sevin. 

“Evet doğru, çok haklısınız, katılıyorum.”

Kitabınız “Yenisey’den Seyhun’a TÜRKLER” kitabınızı da bir an önce edinip okuyacağım, buradan da tavsiye edelim. Çok teşekkürler sayın Doç. Dr. Hayrettin İhsan Erkoç. 

“Ben teşekkür ederim.”

BU RÖPORTAJI YOUTUBE KANALINDA İZLEMEK İÇİN BURAYA TIKLAYIN!