Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, Bakanlık Ana Hizmet Binasında, Kanal İstanbul Projesi Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Raporu’na ilişkin basın toplantısı düzenledi.
Kanal İstanbul Projesi’nin 2011’den başlayan 8 yıllık sürecini, ÇED sürecini, bu dönemdeki hassasiyetleri ve iddialara yönelik cevaplarını kamuoyuyla paylaşmak istediklerini aktaran Kurum, ÇED başvuru dosyasının yaklaşık 2 yıl önce 20 Şubat 2018’de bakanlığa sunulduğunu anımsattı.
Ardından bu raporun bütün kurum, kuruluşlar ve halkın görüşlerine açıldığını anlatan Kurum, şöyle konuştu: “Gelen görüşler doğrultusunda alınacak çevreyle ilgili muhtemel tedbirlerin tamamı raporumuza bir taahhüt zinciri olarak işlendi. Son şekli verilen ÇED Raporu Bakanlığımıza sunuldu. Bakanlığımız da bu ayın 23’ünde ÇED Raporu’nu tamamladı. Bu aşamadan sonra Bakanlığımız ve İstanbul Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü tarafından askıda ilan ediyoruz ve internet aracılığıyla 10 gün boyunca kurum, kuruluş ve vatandaşlarımızın görüşüne açıyoruz. İlan süresi sonunda, itirazların değerlendirmesi ve eksiklerimizin giderilmesiyle birlikte tamamlayıp ÇED Raporu’nun nihai durumunu ve son halini vermiş olacağız. Şunun altını özellikle çizmek istiyorum. Kanal İstanbul’a ilişkin ÇED Raporu ve süreci Türkiye’nin en geniş katılımlı, en şeffaf süreçlerinden biri olmuştur.”
Kurum, bütün kamu kurum ve kuruluşlarla açık ve şeffaf toplantılar gerçekleştirdiklerini belirterek, son toplantının da 28 Kasım’da yapıldığına değindi.
Murat Kurum, bu toplantıya dair İnceleme Değerlendirme Toplantı tutanağının detaylarına ilişkin olarak şunları paylaştı: “Kanal İstanbul Projesi için hazırlanan ÇED Raporu ve eklerinin yeterli olduğunun; yapılan inceleme, hesaplama ve değerlendirmelerin yeterli düzeyde veri ve bilgiye dayandığının, ÇED Raporu’nun çevreye olumsuz etkilerin giderilmesi için gerekli önlemlerin alındığının, İnceleme Değerlendirme Komisyonu üyelerince tespit edildiği ve ÇED Raporu’na son şeklinin verilmesine karar verildiği bu tutanakta imza altına alınmıştır.
Bu tutanağa baktığınızda 44’üncü sırada İstanbul Büyükşehir Belediyesi de bu toplantıya katılmış ve bu tutanağa herhangi bir şerh veya itiraz kaydı düşmeden, görüş bildirmiştir. İstanbul Büyükşehir Belediyesinin temsilcisi de ÇED Raporu’nun altına imzasını atmıştır. Şimdi belediye başkanı çıkıp itiraz ediyor. Daha elemanının ne yaptığının farkında değil. Buraya gelip, ÇED Raporu’na imza atıyorsunuz, hiçbir şerh bildirmiyorsunuz, ondan sonra çıkıyor diyorsunuz ki ‘ben bu rapora itiraz ediyorum.’ İtiraz edeceksen toplantı tutanağına gel de ki ‘Ben buna şerh düşüyorum. Şu şu nedenlerden dolayı bu tutanağı imzalamıyorum veya itiraz kaydıyla imzalıyorum’ diye şerh düşmen gerekirken, hiçbir şerhi düşmüyorsun ve toplantı tutanağını imzalıyorsunuz.”
ÇED sürecinde çevre hassasiyetini en üst düzeyde tutarak yürüttüklerini anlatan Kurum, “İstanbulumuzun havasına, suyuna, ormanlarına, toprağına, yeşiline, gölüne, denizine, ekolojik dengesine, tamamen çevreyi ve doğayı koruma eksenli bir bakışla yaklaştık ve tüm detayları bu hassasiyet üzerinden yürüttük.” dedi.
Bu süreçte de belediyeler, akademisyenler, çevre uzmanları, kurum ve kuruluşlarla ve STK’larla çok geniş katılımlı görüşmeler yaptıklarını anlatan Kurum, “ÇED Raporu, 1595 sayfalık, ekleriyle birlikte 16 bin sayfa olan bir rapor. Bu rapor sürecinde ön açıcı fikirleri, destekleri için 56 kurum ve kuruluşumuza, belediyelerimize, üniversitelerimize, 200 bilim adamımıza, medyamıza ve vatandaşlarımıza ayrı ayrı teşekkür ediyorum.” diye konuştu.
İstanbul Boğazı’nın bugünkü durumu ve Kanal İstanbul Projesi’nin neden yapıldığına ilişkin bilgi veren Kurum, İstanbul Boğazı’ndan geçen gemi yoğunluğu ve deniz trafiğine dikkati çekti.
Geçmişte günde 2 gemi geçerken, bugün İstanbul Boğazı’ndan günlük ortalama 150 ve yılda ise 50 bin gemi geçtiğini anlatan Kurum, “Teknolojik gelişmeler sonucu gemi boyutlarının büyümesi, tehlikeli maddeleri taşıyan gemi geçişlerinin artması, dünya mirası İstanbulumuz üzerinde büyük bir baskı ve tehdit oluşmuş durumdadır” ifadesini kullandı.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı olarak bu süreci, boğazdaki tüm hareketi ve Marmara Denizi’ni 91 istasyonla 7 gün 24 saat izlediklerini anlatan Kurum, “Bugün İstanbul Boğazı’ndan geçen gemilerin tonajlarına baktığımız zaman, 2010 yılında İstanbul Boğazı’ndan 672 milyon gross ton gemi geçerken, 2018 yılında 849 milyon gross ton gemi geçmektedir. Bu tablo dünyadaki globalleşmenin, ticaretin artmasıyla birlikte de her geçen gün katlanarak artmaktadır. Yani gemi azalsa bile geminin hacmi taşıdığı yük miktarı artmaktadır” değerlendirmesinde bulundu.
Bu durumun gemilerin hem manevra kabiliyetini azalttığını hem de boğazdaki kaza riskini ciddi oranda artırdığına işaret eden Kurum, özellikle akaryakıt ve tehlikeli madde taşıyan gemilerin oluşturduğu tehditlere dikkati çekti.
İstanbul Boğazı’nda yılda ortalama 8 kaza meydana geldiğini anlatan Kurum, bu tablo göz önüne alındığında 2011’den bugüne, Karadeniz’i Marmara Denizi ve Akdeniz’i bağlayan güvenli alternatif yolların aranmaya başlandığına dikkati çekti.
Murat Kurum, şunları kaydetti: “Hem boğazlardaki su kalitesi hem vatandaşların can ve mal güvenliği, orada yaşayan canlıların o kirlikten uzaklaşacak dünya incisi İstanbul Boğazı’mızı koruyarak, gelecek nesillere daha iyi aktaracağımız bir proje yapılması gerekliliği ortaya çıkmıştır. Bu gereklilik neticesinde çok geniş katılımlı yapılan istişareler sonucunda sanki bir tane güzergah belirlenmiş ve o güzergah üzerinde ısrar edilir gibi bir ifade kullanılmaktadır. Aksine bu proje için 5 ayrı alternatif güzergahlar belirlenmiştir. Bugün bu güzergahlar birbirleriyle kıyaslanmış, İstanbulumuz için en doğru hat neresiyse bu hat belirlenmiş. Bugün Küçükçekme Gölü ile Karadeniz’i birbirine bağlayan 45 kilometrelik Kanal İstanbul güzergahı belirlenmiştir.”
Diğer alternatif güzergahları tablodan gösteren Kurum, “Aksine 5 alternatiften en doğru olanı, o 200 bilim adamımızın, 56’ya yakın kamu kurum ve kuruluşunun katılımıyla yapılmış ve bu güzergahlara ait koridorlar mevcut veriler ışığında genel, ekonomik, teknik çevresel etkileri mukayese edilerek ve en son bugün kullanmış olduğumuz Kanal İstanbul güzergahı belirlenmiştir. Bu çerçevede çalışmalar başlatılmıştır” dedi.
Bakan Kurum, çalışmalara 2017 Temmuz itibarıyla başladıklarını, etüt proje için ihaleye çıktıklarını ve işlemlerin tamamlanması için de 8 Ağustos 2017 itibarıyla proje sürecinin başladığını sözlerine ekledi.
Kanal İstanbul Projesi’nin koruma, kurtarma ve özgürlük projesi niteliği taşıdığına dikkati çeken Kurum, bunun aynı zamanda örnek bir şehircilik projesi olduğunu söyledi.
Projenin hayata geçmesiyle İstanbul’a susuzluk getireceği iddiasını hatırlatan Kurum, “İstanbul’un su kaybı yaşayacağı iddiası kesinlikle bilimsel değildir, tamamıyla gerçek dışıdır. İstanbul’un yıllık su tüketimi yaklaşık 1 milyar 60 milyon metreküptür. Kanal güzergahındaki su rezervini titizlikle incelediğimizde bu güzergah üzerinde Terkos Gölü ve Sazlıdere Barajı’mız var. Kanal İstanbul güzergahı, Terkos Gölü’nün yakın koruma alanına girmemektedir. Terkos Gölü’nün mevcut verimi yılda 133,9 milyon metreküp. Kanal İstanbul’la birlikte gölün verimi yılda 2,7 milyon metreküp düşecek. Bunun İstanbul geneline etkisi yok denecek kadar az, sadece binde 2,5.” bilgisini verdi.
Sazlıdere Barajı’nın mevcut veriminin yılda 49 milyon metreküp olduğunu aktaran Kurum, “Kanal İstanbul’la birlikte barajın verimi yılda 19 milyon metreküp olacak. Fark ne kadar? Yılda 30 milyon metreküp. Sazlıdere Barajı’nın yüzde 61’i Kanal içinde kalacak, ancak kalan yüzde 39’luk kısmı koruyacağız. Buradaki su kaybının İstanbul geneline etkisi yüzde 2,8 seviyesinde. Bu rakamlar bize ne söylüyor? Kanalın toplam su rezervine etkisi yüzde 3 seviyesindedir.” dedi.
İstanbul’un esas su kaynağı olan Melen Barajı Projesi tamamlandığında İstanbul’a yılda 1,1 milyar metreküp su geleceğini ifade eden Bakan Kurum, bu değerin, Kanal İstanbul sebebiyle oluşacak farkın tam 34 katı ve İstanbul’un ihtiyacı olan yıllık rezervden bile fazla olduğunu aktardı.
İstanbul’un yer altı ve yer üstü sularına ilişkin de açıklama yapan Kurum, şunları kaydetti: “Kanal inşaatı ve işletme döneminde yer altı ve yer üstü kaynaklarını koruyacak tüm özel önlemler, ÇED Raporu’nda kurgulanmıştır. Kot farkından dolayı Terkos’a dair bir sızıntı veya yer altı suyu şişmesi beklemiyoruz. Fakat yine de yer altı su rezervlerimizin ve Terkos’un deniz suyundan etkilenmemesi için kanalın yüzeyini geçirimsiz özel bir malzemeyle kaplayacak, yan yüzeylerde de özel perdeler, bariyerler, elastik duvarlar yapacağız. Dahası, mevcut yer altı suyu kalitesi açılacak gözlem kuyularıyla ortaya koyulacak. Bu analizler, aylık periyotlar halinde yapılacak. Dolayısıyla yer altı sularına ve Terkos’a dair iddialar da gerçek dışıdır. Ayrıca biz Terkos’un bırakın suyunun gitmesini, Karadeniz kıyısına yapacağımız dolgu alanıyla, Karadeniz’le Terkos arasına adeta bir koruyucu hat yapıyoruz. İstanbul’un su ihtiyacı 1,60 milyar metreküptür. Biz çok daha fazlasını da ekleyerek su ihtiyacını tamamen güvence altına alıyoruz.”
Kurum, “Kanal İstanbul’un depremi tetikleyeceği” iddiasını da hatırlatarak şu bilgileri verdi: “Kanal İstanbul’a 11 kilometre mesafeden Kuzey Anadolu fay hattı, 30 kilometre mesafeden Çınarcık fay hattı geçiyor. İstanbul’da bugün yerin 20 kilometre derinliğinde ve 7’nin üzerinde büyüklükte bir depreme dair hazırlık yapıyoruz. 21 metre derinliğinde bir kanalın 20 ve 7 kilometre derinlikteki bir fay hattını tetiklemesini iddia etmek, hakikaten bilimsellikten uzak bir söylemdir. O zaman bizim yaptığımız otoparklar 21 metreden daha fazla; onlar da tetikliyor. Bir iddia ortaya atarken hiçbir altyapısı olmayan, bilimsel bir rapora dayanmayan ifadeleri kullanmak vatandaşımızı yanlış yönlendirmek yanlış algı oluşturmaktan başka bir şey değildir. Bir de şu tarafı var; ÇED sürecinde sadece deprem değil, tsunami riskine, afet ve sel riskini içeren tüm risklere dair raporlar hazırladık. Kanalın geçeceği alana dair, limanlara ve inşa edilecek binalara, bu yapılarda kullanılacak malzemelere dair her türlü felaket senaryosuna uygun yapılaşma standartları getirdik. Bununla da yetinmedik, kanalın bir depremden nasıl etkileneceğini görmek için normalde 145 ve 475 yıl geriye gidilerek yapılan simülasyonlar yerine, tam 2 bin 475 yıldır tekrarlanan depremleri baz alarak testler gerçekleştirdik. O bölgedeki yer hareketleri incelenmiştir, tüm jeologlarla yer bilimcilerle bu çalışmalar yapılmış bu süreçte Kanal İstanbul’un İstanbul depreminin tetiklediğine ilişkin hiçbir ilgisinin olmadığı da bilimsel olarak tespit edilmiştir. Ayrıca bilindiği gibi ülkemizde deprem üreten veya üretebilecek faylar ilgili kurum olan MTA Genel Müdürlüğü tarafından çalışılmakta ve haritalanmaktadır. 2013 yılında güncellenen Türkiye Diri Fay Haritası’na bakıldığında, Kanal İstanbul güzergahı boyunca herhangi bir depreme neden olacak diri fay bulunmamaktadır. Bahse konu yapılacak kanal çalışmalarının fayları tetiklemesi ile ilgili tartışmaların bilimsel bir dayanağı kesinlikle yoktur.”
“Kanal çevresindeki yapılaşma, kısa zamanda sıcaklık-nem-rüzgar rejimini değiştirerek, İstanbul’u bir ısı adasına çevirecek.” iddiasına ilişkin de açıklama yapan Kurum, bu iddiaların tamamen asılsız olduğunu söyledi.
Bu konudaki otoritenin Meteoroloji Genel Müdürlüğü olduğunu söyleyen Murat Kurum, “Çok özetle söylemek gerekirse Meteoroloji Genel Müdürlüğümüz İstanbul’un ısı adası olacağına dair iddiaları çürütmektedir. Kaldı ki ÇED sürecinde, Küçükçekmece Gölü, Sazlıdere Barajı, Şamlar Tabiat Parkı ve benzeri alanları dikkatle ve titizlikle inceledik. Bölgenin meteorolojik ve genel iklimsel şartlarını değerlendirdik ve buna dair koruma önlemlerini de bir bir ortaya koyduk.” dedi.
Küçükçekmece Gölü’ne ait sahilde herhangi bir inşaatın söz konusu olmadığına işaret eden Kurum, şunları kaydetti: “Bu alan, doğal sit alanı statüsüyle korunmaya devam edecektir. Kanalın her iki yakasındaki habitatların, doğal hayatın sürekliliği sağlanacaktır. İzleme faaliyetleri ÇED Raporu’nda belirtilen ‘Biyolojik Çeşitlilik Eylem Planı’ ile tür bazlı aksiyon ve faaliyetler şeklinde uygulanacaktır. Bir diğer gerçek dışı iddia da ‘Küçükçekmece Gölü kıyısında yer alan Bathonea Antik Kenti, Yarımburgaz Mağaraları proje tarafından yutulacak.’ iddiasıdır. Bu iddia da tamamen asılsızdır. Kanal İstanbul’un, Bathonea Antik Kenti ve Yarımburgaz Mağaraları ile herhangi bir ilgisi yoktur. Bathonea Antik Kenti, kanal çalışma alanının dışındadır. Yarımburgaz Mağaraları, Kanal inşaat çalışma alanının yine dışındadır. Kanal projesinin, Yarımburgaz Mağarası’nı yutması söz konusu değildir. Biz bir arkeolojik tespit raporu hazırladık. Tüm tespitlerimizi yaptık.”
Bir diğer iddianın da “İstanbul Büyükşehir Belediyesinin (İBB) sırtına 23-35 milyarlık lüzumsuz maliyet yükleneceği.” iddiası olduğunu aktaran Çevre ve Şehircilik Bakanı, şöyle konuştu: “Bu iddia da tamamen asılsızdır, gerçek dışıdır, kasıtlıdır. Protokole göre, İstanbulluların emniyet ve güvenliği için tüm paydaş kurum ve kuruluşlar üstüne düşeni yapmalıdır. 23-35 milyar liralık maliyet ifadesi tamamen abartıdır. Kanal ile birlikte yapılması gereken İBB’ye ait altyapı tesislerinin yeniden yapım maliyetleri 10 milyar lirayı bulmamaktadır. Bu konudaki maliyet çalışmaları İBB’nin ilgili kuruluşları ile yapılmıştır. Kaldı ki İBB projenin içinde yer alsın- almasın biz bugüne kadar yaptığımız tüm projeleri milletimizle birlikte nasıl yaptıysak, Kanal İstanbul Projesi’ni de aynı şekilde yapacak iradeye de güce de sahibiz. İBB’nin bir projeye katkısını beklemiyoruz, öyle bir katkı yapma niyeti de yok çünkü İstanbul’un geleceğine ilişkin proje dışında Başkanımız her türlü işle uğraştığı için… Projelere odaklanmasını tavsiye ediyorum.”
“82 milyonun sırtına en az 110 milyar liralık yeni vergi yükü bindirilecek” iddiasına da değinen Kurum, “Proje, İstanbulluların emniyeti, güvenliği ve ülkemizin menfaati içindir. Bu, parasal bir büyüklükle ölçülemeyecek kadar değerlidir. Hayata geçirildiğinde elde edeceğimiz uluslararası ticaret ve stratejik önemin artması da benzer şekilde parasal değer ile ölçülemeyecek kadar büyüktür. Kamu kaynakları en etkin, en verimli ve yerinde kullanılarak proje tamamlanacaktır. Projenin bedeli 110 milyar değil, 75 milyardır. Devletimiz, daha önce birçok finansman modelini hayata geçirdi. Yap-işlet, yap-kirala, kar ortaklığı gibi birçok yöntemi projelerde kullandık. Türkiye’de daha önce de uygulanan birçok model var. Hepsi birlikte değerlendirilir. Finansman modelinde hepsini çalışıp en başarılı sonuç hangisi olur ona karar verilir ve Kanal İstanbul yapılır.” dedi.
Projeye yönelik eleştirileri yanıtlayan Kurum, “Gemiler, İstanbul Boğazı’ndan bedavaya geçmek varken, neden para vererek Kanal İstanbul’dan geçsin?” sorusunun abesle iştigal olduğunu dile getirdi.
Halihazırda, İstanbul Boğazı’ndan geçen gemilerin fener, tahlisiye ve sağlık rüsumları ile römorkör ve kılavuzluk hizmetleri için ücret ödediklerini aktaran Kurum, “Ücretsiz geçiş hali, halihazırda bir kere söz konusu değildir. Gemilerin İstanbul Boğazı’ndaki bekleme sürelerini dikkate aldığınızda İstanbul Boğazı yerine Kanal İstanbul güzergahını tercih etmesi gemiler için önemli bir avantaj sağlıyor” dedi.
İstanbul Boğazı’nda son 3 yıl göz önüne alındığında deniz trafiğinin askıya alınma istatistiklerini paylaşan Kurum, bu yılın verilerine göre İstanbul Boğazı’nda her bir geminin yaklaşık 14 saat beklediğini, tanker gibi tehlikeli yük taşıyan gemiler de incelendiğinde 30 saate ulaşan bekleme süreleri bulunduğunu söyledi.
Kurum, “Yani bir gemi İstanbul Boğazı’ndan geçecekse, tankerse eğer 30 saat, diğer bir gemiyse de 14-15 saat bekleme süreleri var. 2017 yılı verilerine göre tankerlerin maruz kaldıkları beklemekten kaynaklanan ekonomik kayıp, milyonlarca doları bulmaktadır. Boyu 200 metre üstü tankerin günlük kiralama kaybı 120 bin dolara ulaşmaktadır.” değerlendirmesinde bulundu.
Bu verilere göre bir geminin 30 saat beklemesi durumunda yaklaşık 300-350 bin dolar bekleme maliyetiyle karşı karşıya kaldığını aktaran Kurum, “Dolayısıyla bu şartlarda bekleme süreleri de göz önüne alındığında toplam geçiş maliyetlerinde son derece ciddi bir artış söz konusu olduğunu da görmekteyiz ve inşallah Kanal İstanbul Projesi ile tercih neden olacak, bekleme sürelerini azalacağı önemli bir süreci, projeyi İstanbul’umuza, ülkemize kazandırmış olacağız.” diye konuştu.
Kanal inşaatından 2 milyar metreküp hafriyat çıkacağı, İstanbul’un yıllık hafriyat kapasitesi 40 milyon metreküp olduğu, çıkacak hafriyatın İstanbul trafiğini olumsuz etkileyeceği iddialarına da değinen Kurum, yapılan kazı dolgu hesabına göre hafriyatın 2 milyar metreküp değil 1,15 milyar metreküp olduğunu ifade etti.
Kurum, şöyle konuştu: “Bu hafriyatın depolanacağı yerler de İstanbul’daki mevcut döküm sahaları içinde değildir. Kendi içinde yapılacak, diğer hafriyat alanlarıyla da hiçbir ilişkisi yoktur. Kanal İstanbul güzergahı üzerinde proje çerçevesinde yapılan planlamayla konveyörlerle yine araçlar ve iş makinalarıyla hafriyat kamyonlarıyla kanalın 2 tarafında yükleri alacak ve Karadeniz kıyısında belirlediğimiz alanlara dökümlerini yapacaklar ve İstanbul’a da kesinlikle giriş çıkış yapmayacaklar. Dolayısıyla ‘İnşaatın başlamasıyla TEM, E5 sık sık trafiğe kapatılacak’ iddiası da yersiz bir iddiadır.”
Diğer iddiaların da tamamen asılsız olduğunu dile getiren Kurum, proje kapsamındaki kazıdan çıkan malzemelerin depolama alanlarına çalışma alanı içinde teşkil edecek yollarla nakledileceğini ifade etti.
Kurum, “Bakın bu konuya ilişkin bir nüans ortaya koyduk. Trafikle ilgili proje kurallarına uyulmaması durumunda ortaya çıkabilecek risklerin önlenmesi için hem yatırımcı firma, hem de takip yapacak hem de bu yatırımcı anlık olarak izlenecektir. ÇED Raporu’nda bu da yazmaktadır. Dolayısıyla oradaki trafik yükünün inceleneceği, takip edileceği, ÇED Raporu’nda net bir şekilde belirlenmiştir.” bilgisini paylaştı.
“İstanbul’a yeni 1,2 milyon nüfus gelecek iddiası da uydurmadır.” diyen Kurum, bu bölgede müsaade ettikleri yeni nüfus miktarının 500 bin kişi olduğunu söyledi.
Kanal İstanbul’un iki yakasında kurulacak şehrin mahalle, akıllı şehir konseptine göre dizayn edileceğini belirten Kurum, şöyle devam etti: “Bizim özümüzü, kültürel değerlerimizi yansıtacak, İstanbul’a değer katacak, İstanbul’a gelen bir turistin bir gün de orada vakit geçirmesi gerektiği alanlardan oluşacak, içinde ar-ge merkezleri, üniversite alanları, yine finans merkezlerinin olduğu çok önemli bir projeyi de yine İstanbul’a katacak bu projeyi birlikte yapacağız. İçinde sosyal donatı ve yeşil alanlarıyla nefes alacak, 2 akıllı şehri milletimize armağan edeceğiz.”
Karadeniz’in tuzlu su miktarının artacağı ve dengesinin bozulacağı, Marmara ve Karadeniz’de balıkçılığın biteceği iddialarına da değinen Kurum, “Yaptığımız bilimsel çalışmalar ve modellemeler sonucunda yaz ve kış ayları için simülasyonlar ve hesaplamalar yapılmıştır. Bu analizler sonucunda yılın hiçbir döneminde kanal sebebiyle çözünmüş oksijenin iddia edildiği gibi canlı yaşam için gerekli sıranın altına düşmediği görülmüştür. Marmara ve Karadeniz’de doğal yaşam koşullarının sürekliliği de bu çerçevede muhafaza edilecektir” dedi.
ÇED raporunun mevcut çevresel durum değerlendirme çalışmaları kapsamında denizel flora ve fauna çalışmaları ile ekosistem değerlerinin de raporlarda sunulduğunu belirten Kurum, ekoloji ve su kalitesine yönelik de izleme planlarının oluşturulduğunu aktardı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2011’de “İstanbul artık içinden iki deniz geçen bir şehre dönüşüyor, yüzyılın en büyük projelerinden biri için bugün kolları sıvıyoruz.” sözleriyle projenin müjdesini verdiğini anımsatan Bakan Kurum, şu ifadeleri kullandı: “Biz ülkemiz için, milletimiz için, çocuklarımız için İstanbul’un 2023’ü, 2053’ü, 2071’i için Kanal İstanbul hayalimizi gerçekleştireceğiz. Ben şimdiden Kanal İstanbul Projemizin ülkemiz ve milletimiz için, İstanbul’umuz için hayırlı olmasını diliyorum.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Kanal İstanbul’un Montrö Boğazlar sözleşmesiyle bir ilişkisinin olmadığını söylediği belirtilerek, projenin hangi rejime göre idare edileceği, özel bir hukukunun olup olmayacağı yönündeki soru üzerine Kurum, şunları kaydetti: “Montrö ile ilgili bizim bir sıkıntımız, problemimiz yok. Buna ilişkin Sayın Cumhurbaşkanımızın da ifade ettiği gibi Kanal İstanbul Projesi Montrö’nün dışında bir projedir. Bizim Türkiye Cumhuriyeti olarak yapmış olduğumuz bu boğaz yoğunluğundan kaynaklı gemi trafiğinin bekleme sürelerini azaltacak, Boğaz’daki bu deniz canlılarını, İstanbul Boğazı’nı koruyacak bir projedir. Dolayısıyla Montrö’nün dışında bir projedir. Geçmek isteyen oradan geçsin, bekleme sürelerini dikkate alarak geçsin. Ama trafik yükünü, diğer ülkelerde baktığımız zaman Panama Kanalı, Süveyş Kanalı’nda da alternatif güzergahlar ile birlikte bu ticaretin hızlanması için atılmış adımlardır, biz de ülkemizde Montrö dışında yapmış olduğumuz, nasıl boğazın altından geçtiysek, nasıl üçüncü köprümüzü, Osmangazi’mizi yaptıysak bu da o çerçevede yapılmış bir projedir. Bağımsız bir projedir, özgür bir projedir, Boğaz’ın özgürlük projesidir. Hukuku tamamen ayrı şekilde, Montrö ayrıdır, Kanal İstanbul süreci ayrıdır. Montrö’deki hukuka herhangi bir zeval gelmeyecek şekilde Kanal İstanbul Projesi yürütülecektir.”
“Yani oradan geçişi Türkiye kendisi mi belirleyecek?” sorusuna karşılık Kurum, “Tabii ki. Montrö’deki zorunluluğumuz devam edecek ancak Kanal İstanbul’la ilgili sonuçta biz kendi projemizi yapıyoruz, kendi kararlarımızı da alıp, o süreci işleteceğiz” dedi.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, hazırladığı animasyon ile Kanal İstanbul Projesi’nin detaylarını paylaştı. Kanal İstanbul’un güzergahının çizildiği animasyonda, proje “binlerce yıllık şehirler şehri İstanbul’un modern çehresi” olarak nitelendirildi.
Projenin, Küçükçekmece Gölü ve Sazlıdere Barajı’ndan geçerek Terkos Gölü’nün doğusundan denize bağlanacağının belirtildiği animasyonda, şunlar kaydedildi: “Uluslarası su yolluyla trafik yükü hafifletilirken, yeni güzergahla Boğazı tehdit eden deniz trafiği seyir emniyeti sağlanıyor. Marina alanındaki yatların manzarası kanalın doğal güzelliği ile sıra dışı tablolara dönüşüyor.”
Animasyonda Kanal İstanbul Projesi’nin güzergahı üzerinden kuş bakışı görüntüler yer alırken, şu değerlendirmelere yer verildi: “Her biri eşsiz tasarımlara sahip köprüler lüks ve elverişli bir yaşamın ayrıcalıklarını da birbirine bağlıyor. Her iki yakanın kanalın altından bir tünelle birleştirildiği Halkalı Isparta Kule Banliyö Hattı, güvenli konforlu hızlı ulaşımı maksimum seviyeye çıkarıyor. Kanalın sahil hattında oluşturulan yeşil alanlar yüksek bir yaşam standardı sunuyor.”
Proje “Yeşilin ve 21’inci yüzyılın modernizminin anlamlandığı asrın projesi” olarak nitelendirilirken şu bilgiler paylaşıldı: “Kanal İstanbul’un göz dolduran sahil hattı insanlara eşsiz bir manzarada ulaşım imkanı sağlıyor. Asrın projesinde, iki yakanın köprü ve tünellerle bağlanarak trafik sorununun yaşanmayacağı modern bir kent doğuyor. Doğanın cömertçe kucak açtığı 167 milyon metrekarelik butik şehirlere dönüşüyor. Geleneksel dokuların modern ve teknolojik unsunlarla birleştiği alanlarda yepyeni bir hayat yeşilleniyor. Gücünü doğadan alan konforlu konut alanları, sıra dışı mimariye sahip alanları oluşturuyor.”
Animasyonda yıllık 200 milyon yolcu kapasitesiyle havadaki dengeleri değiştirecek mega yapı olan İstanbul Havalimanı’yla asrın projesi olarak nitelendirilen Kanal İstanbul’un, Türkiye ve dünyanın en önemli ulaştırma projelerinden biri haline geleceğinin altı çizildi.
Açıklamada, Kanal İstanbul güzergahında emniyetli gemi trafiğinin sağlanması veya kaza anında müdahale için güzergahtaki yanaşma alanlarının, maksimum gemi boyları ve seyir için gerekli diğer faktörler gözetilerek özenle dizayn edildiği vurgulandı.
Animasyonda proje ile ilgili şu değerlendirmelere yer verildi: “Kıtaları bağlayan güç merkezi olmanın verdiği kuvvetle Karadeniz Limanı’na yanaşacak yük gemileriyle bölgenin ticaret hacmi gelişiyor. Kanalın Karadeniz girişine emniyetli bir şekilde işleyebilmesi için dayanıklı dalgakıranlar ve yeşil enerjiyi kullanan rüzgar tribünleri inşa ediliyor. Kanal İstanbul hem uluslararası ulaştırma koridoru olacak şekilde hizmet verecek su yolu olması hem de Türkiye’de anlayışları değiştiren modern kent oluşturulmasında yeni bir dönem başlatıyor.”
TOKİ Haber
#LuxeraBahçePort #LuxeraGYO #İstanbulHavalimanı
#ZiraatKuleleleri #Kalyonİnşaat #AutodeskDesignMakeAwards2024
#BabacanMeridian #BabacanYapı #Beşiktaş
#ÇEDBİK #YeşilBinalarZirvesi