Taksim Camii nasıl hayata geçirildi? Taksim Camii hangi tarihsel ve siyasi süreci atlattı? Taksim Camii açılışı neden gecikti? Taksim Camii banisi ve inşaatını gerçekleştiren Sur Yapı Yönetim Kurulu Başkanı Z. Altan Elmas, Taksim Camii sürecini Beyoğlu Belediyesi Gazetesi’nin Taksim Camii’nin açılışına özel 16 sayfalık gazetesine anlattı. İşte Sur Yapı ve KONUTDER Yönetim Kurulu Başkanı Z. Altan Elmas’ın anlatımıyla Taksim Camii inşaa süreci…
2017’de temelleri atılan ve 28 Mayıs 2021’de açılışı yapılan Taksim Camii’nin yapılışını hikayesini caminin inşaatını üstlenen Sur Yapı Yönetim Kurulu Başkanı Ziya Altan Elmas’tan dinledik.
– Altan Bey, hikayesi uzun yıllara dayanan Taksim Camii’nin inşa sürecini sizden dinleyebilir miyiz?
Burasının, Taksim Camii olarak büyük bir hikâyesi var. Bu hikâye aslında Osmanlı’nın son dönemi ve Türkiye’nin, cumhuriyet dönemi dâhil, iç siyasetinin ve belki de bağımsızlığının bile içinde kodlarının olduğu bir olgu. Caminin içine bunların hepsi sığar mı derseniz? Sığıyor. Her birinin bir ucundan meselenin içerisinde bağı var. Islahat Fermanı’ndan sonra Batı baskısı ile burada sosyal dokuda değişiklik kararı alınıyor. Onunla beraber Hristiyan tebaa daha bir görünür, daha etkin hale gelmeye başlıyor.
Beyoğlu, daha kurtarılmış bölge havasına giriyor. 93 Harbinden sonra, şu an karşıda gördüğünüz Aya Triada Kilisesi’ni Ruslar yaptırıyor. 93 Harbi’nden sonra Rusların bazı şeyleri baskı ile şart koştuğunu görüyoruz. O dönem çok baskılanmış bir Osmanlı yönetimi var ve Rusların verdiği para ile de Aya Triada Kilisesi yapılmış oluyor. Oradan da başlayan, Taksim’e cami yapma fikriyatı var.
Topçu Kışlası’nda bir cami var aslında. Ama kışlanın içerisinde… Ağa Camii var biraz ilerde, 1500’lü yıllardan kalma ancak çok küçük bir cami. Sonuçta meydanın kimliğini yansıtacak olan ve buradaki Müslüman ahalinin ihtiyacını özellikle karşılayacak bir cami ihtiyacı, o günlerden itibaren hissedilmeye başlanmış. Ama ne hikmetse Osmanlı döneminde yapılamamış. Sonuçta cumhuriyet dönemi, cumhuriyetin ilk yılları ve tek parti dönemi, bırakın Taksim’e cami yapmayı, Ayasofya’nın müzeye dönüştüğü, Bezm-i Âlem Camiinin Deniz Müzesi’ne dönüştüğü bir siyasi ortamda, Taksim’e bir cami konusunu kimse ağzına alamamış.
1950’den sonra Menderes iktidarına geldiğimiz zaman Taksim’e cami fikri ortaya çıkmış, ilk girişimler 1952’de yapılmış. 1956’da dernek kurulmuş, ancak hiçbir faaliyet yapamadan öyle kalmış. 60 ihtilali sonrası Demirel ile yeniden canlanmış. 65’te Demirel arazinin yerini tahsis etmiş. Akabinde yine kalmış. 70 ihtilalinden sonra Milliyetçi Cephe hükümetleri döneminde de hep gündemde olmuş ve 79’da Bakanlar Kurulu kararı alınmış. 80 darbesinden birkaç ay önce… Onun akabinde darbe olmuş ve darbe yönetiminin ilk yaptığı işlerden biri Taksim Camii ile ilgili alınan Bakanlar Kurulu kararını iptal etmek olmuş. Sonrasında Özal 83’te iktidara geldikten sonra yeniden gündeme geliyor ve yeniden gündeme getiren de benim babam ve amcam: İstanbul milletvekilleri, ANAP’ın kurucularından, babam rahmetli Alaattin Elmas ve amcam Hayrettin Elmas.
Yanlış hatırlamıyorsam 1985 ya da 1986’da Özal’a müracaat edip, burayı cami yapmak için faaliyete geçmeyi teklif ettiler. Ben de o zaman üniversite çağlarındaydım. İstanbul Teknik Üniversitesi mimarlık okuyordum. Özal, “Şu anda bu bizim gücümüzü aşar, Hayrettin Bey sen bu fikri buradan al, şuraya koy” demiş. “Zamanı geldiğinde buradan alır, buraya koyarsın, yaparız İnşallah” demiş. Öyle kaldı o iş.
91’de çok daha geniş bir katılımla, bir vakıf kuruluyor. Vakfın kurucuları arasında yok yok. Bildiğim kadarıyla Tayyip Bey de var. Rahmi Koç’tan Vehbi Koç’a, Sabancı’ya, Ülker ailesine… O günün bilinen, üst düzey iş sahipleri kurucu. Bürokrasiden ve siyasi camiadan kurucular var. Ciddi bir kadro var. Ama yine bir faaliyet yürütülemiyor.
94’te Tayyip Bey, belediye başkanı adayı iken The Marmara Oteli terasına çıkıyor, işte şu alana cami yapacağız diyor. Bizim Şişli Teşkilatı’ndan da Yalçın Ağabey’in kaydettiği, üzerinde Yalçın Özer Arşividir yazan video, Taksim Camiinin Tayyip Bey ile olan başlangıcını temsil ediyor. Seçim kampanyasında seçim vaadi olarak burayı söylüyor. Onun öncesinde de 91’de Cumhurbaşkanımız vakıfta var. Muhtemelen il başkanlığı döneminden beri burayı istiyor. Çünkü Tayyip Bey de Kasımpaşa doğumlu, Beyoğlu’nun çocuğu ve buraları çok iyi biliyor. 96’ya geldiğimizde Refah-yol iktidarı ile Erbakan Hocamız Taksim’e cami yapılmasını gündeme getiriyor. Akabinde de zaten 28 Şubat süreciyle tekrar kalıyor.
Taksim Camii darbeler süreci nedeniyle akamete uğruyor. Bakıyorsunuz darbe bittikten sonra, birileri gayret edip birşeyler yapmaya çalışmış, engellenmiş; peşinden bir yeni darbe süreci… Sonuç olarak ya darbe süreci ile kesintiye uğramış ya hukuki süreçlerle iş boğulmuş.
Sonrasında Cumhurbaşkanımızın iktidara gelmesi ile beraber, 2002’den itibaren gündeme alınıyor ancak asıl 2010’da gündeme geliyor. 2002-2010 arasında da bir dizi girişim var. Yine davalar açılıyor, sit kararları verilerek engelleniyor. Cumhurbaşkanımızın döneminde de engellemeler bitmiyor. En son süreçler tamamlanıp, başlama noktasına geldiğinde de Taksim Camii, Topçu Kışlası ve AKM yapma niyeti açıklandığında Gezi hadiseleri ile yine bir yarı darbe süreci ile yine kalıyor. Ama erteleniyor sadece. Cumhurbaşkanımız sonuçta 15 Temmuz’dan birkaç ay öncesinden başlatıyor projeyi.
15 Temmuz olunca da, ertesinde Cumhurbaşkanımız pazartesi günü Kısıklı’da halka hitap ediyor. Ben de dinliyorum o konuşmayı. Orada Taksim’e de bir müjdemiz var. Taksim’e de bir cami yapmanın zamanı geldi diyor, kışlayı da yapacağız diyor. Ben de Enerji Bakanı Berat Bey’e ‘Sayın Cumhurbaşkanımıza iletilmek üzere’ diyerek mesaj attım hemen. Ben “Taksim Camiini kendi imkânlarımla, Sur Yapı olarak yapmaya talibiz, Cumhurbaşkanımız bu şerefli görevi bize uygun görürse çok seviniriz” babında bir mesaj attım. Ayrıca Taksim doğumlu olduğumu, ailemizin Taksim’de köklü bir geçmişinin olduğunu, dedemin 1936 yılında Taksim’e geldiğini, esnaflık, ticaret yaptığını ifade eden bir mesaj attım. Sonra kendisi kürsüden indikten sonra aradı beni, konuştuk telefonda, çok da memnun oldu. Biraz Taksim’i, Beyoğlu’nu konuştuk. Çok da memnun oldu. “Allah mahcup etmesin, İnşallah yaparız beraber” dedi. “Ben iki tane proje hazırlattırdım” dedi. Biri Şefik Bey’in hazırladığı bugünküne yakın proje, bir de başka bir alternatif proje daha. “Sen bunları incele bakalım, sen de fikrini söyle, Taksim’e uygun olan mimari projeyi beraber seçelim ve Bismillah diyerek yürüyelim” dedi.
Öylelikle ben bu işi üstüme almış oldum. O zaman Beyoğlu Belediye Başkanımız Ahmet Misbah Demircan ilgileniyordu projeyle ve onlar gönderdi projeleri. Böylece proje sürecine girmiş olduk. Ben bu projeden yana görüşümü koydum. Bunun iyi bir konsept olduğunu, İstanbul’a, Taksim’e, geleneğimize ve moderniteye uygun olduğunu; Beyoğlu’nu içine alan, doğru bir anlayışla tasarlandığını ifade ettim. Cumhurbaşkanımız da uygun gördü, öylelikle projeyi de seçmiş olduk. 2016’nın içerisinde oluyor bunların hepsi. Sonrasında da Şefik Bey ile detaylı çalışmaya başladık. 6 ay boyunca detaylı çalıştık. Camiyi ve projeyi tekrar birlikte oturtturduk araziye. Çünkü konsept bir proje vardı burada sadece. Genel olarak çizgileri böyleydi yine, ama araziye tam oturtulması gerekti ve o anlamda ben de mimar olarak emeğimi, bilgimi, birikimimi koymuş oldum. Danışmanımız, mimarlıktan arkadaşım olan Serkan Akın var. Onu da kendime cami danışmanı olarak seçtim. O’nun da katkılarıyla, bizim Sur Yapı mimari konsept ekibi de çok güçlü bir ekip ve onların da katkılarıyla proje çalışmalarını derinleştirdik.
Oturum ve sirkülasyonla alakalı, minare yerleşimi ile alakalı ince ayarlarını yaptık. Bütün bunları aylarca tartıştık ve bütün bu süreçlerde de nihai kararları Cumhurbaşkanımız verdi. Ana kararları cumhurbaşkanımızdan aldık. Biz kendi fikirlerimizi de sunduk. Nihayet istişare ile şu anki haline hep beraber getirdik.
– Caminin inşa sürecinde neleri göz önüne aldınız, nelere dikkat ettiniz?
Taksim Meydanı’nı esas aldık. Önündeki maksem yapısı bizi kısıtlayan mimari bir yapı oldu. I. Mahmut döneminde yapılmış bir su deposu… Tarihi eser olduğundan kaldıramadığımız için onun önümüzde olduğu bir çözüm üretmek durumunda kaldık. Orayı caminin meydana doğru bakan bir eteği gibi konumlandırdık. Yani dışındaki taş rengi, taşın içindeki eski Horasan harcının rengi, taşın dokusu, kurşun; Selçuklu Osmanlı, Bizans, Anadolu mimarisinde ecdadın kullandıkları malzemeler, bütün bunları modernize ederek, biraz renk tonlarını yaklaştırarak kullandık.
Mimaride de bulunduğumuz mekân ve önde yer alan kolonatlı, saçaklı, eli böğründeki mimari figürlerimizle de aslında o maksemin saçaklarını birleştirdik. Tam karşıdan bakarsanız o maksemin saçakları, maksemin duvarı, bizim üstüne koyduğumuz pencereler, eli böğründeler, bir üst saçak, oraya inen figürler, kubbe, boşluk, taş, bütün bunların alaşımı titanyum çinko yaptık.
Titanyum çinko kaplamaları da birebir çinko renginde değil de, daha modern olması için güzel bir yeşil tasarladık. Onun dışında bizim genel mimari tercihimiz yine İslam mimarisinde Selçuklu, daha sonra onu daha da geliştiren Osmanlı, Osmanlı’nın özellikle İstanbul’un fethinden sonra Ayasofya etkisinin geliştirdiği ve Mimar Sinan ile zirveye çıkan klasik cami mimarisi formlarını, mekân ve kubbe anlayışlarını, malzeme anlayışlarını taşıyarak, ama modernize hale getirerek ve modern malzeme ile yeniden yorumlayıp uygulamak oldu. Yine aynı şekilde 19. Yüzyıl Beyoğlu’na hâkim olan mimari anlayışı da bir parça kullanmaya çalıştık. Dolayısıyla böyle bir sentez oluşturmuş olduk. Geleneksel cami mimarimiz, 19. Yüzyıl mimarisinden bir miktar esinti ve bugünün modern anlayışlarını birleştirerek özgün bir tasarım ortaya çıkardık. Buradaki en temel emek tabii ki mimar Şerif Birkiye Bey’indir. Biz de her türlü bilgimizle, birikimimizle destek olduk. Birlikte istişare ederek birçok kararı revize ettik. Sonuçta böyle bir eser ortaya çıktı.
– Caminin içinde ne tür uygulamalar yapıldı?
İç mimaride de yine özgün bir şey olsun istedik. Geleneksel hat uygulamalarımızı esas aldık, ama yine biraz modernize ettik onları. Renkleri biraz değiştirdik. Hat zemini olarak yeşil, bordo ve siyah bizim ana renklerimizdir. Biz burada tam bordo yerine, kızıl kahve bordo ara rengini kullandık. O rengin -genel taş, yeşil, kahve; bütün bu rengin içerisinde bir tonu var- çok güzel bir uyumu var. Biraz ışık azaldığı zaman bordoya çalan, ışık arttığı zaman kızıl kahveye çalan bir renk uygulamış olduk. Tepedeki büyük kubbe tepe yazısında, kasnak yazılarında, Ciharyâr- ı Güzin yazılarında bu rengi kullandık. Ayrıca bunlarda naht tekniği uyguladık. Ahşap, belirli bir kalınlığı var harflerin, ahşaptan bütün harfler hat şablonlarına göre elle kesildi ve elle uygulandı. Yazı kısımları üzerine de boya ve orijinal 24 ayar altın varak işlendi. Mihraptakiler yine altın varak. Dolayısıyla iç mekânda da böyle bir anlayışla ilerledik.
Kubbe süslemelerini de modern bir anlayışla, sonsuzluğa giden bir hava vererek tasarladık. Bizim camilerimizde süslemeler iki boyutluyken, biz üç boyutlu yaptık.
Cami kubbesi içerisinde bir kubbe daha bulunuyor. Alçıdan sıfırdan kalıp çıkararak içine tekrar bir alçıdan bir kubbe daha yaptık iç kubbe olarak. Bu, gördüğünüz kubbelere üç boyutlu derinlik hissi veriyor. Yine altın varaklı boya işlemleri yapıldı. Yani renkleriyle, taş seçimiyle, mimari diliyle, modern ahşap kullanımı ile bugünü yansıtan bir eser olmasını istedik. Klasik Selçuklu yıldızlarını kapılarda ve farklı yerlerde modern tarzda kullandık. Pencere korumak için kullandığımız kafeslerde de özgün tasarım uyguladık. Bunların hepsi, özel kalıplar ile özel döküm ile çok ince mimari uygulama emeğiyle yapılmış oldu, hepsi milimetrik çalışıldı.
Büyük pencerelerde daha büyük, küçük pencerelerde daha küçük uygulamaya başvuruldu. Renk tonlarına varıncaya kadar aylarca denemeler de yapıldı.
– Sizin özel tasarımlarınız var mı?
İçerideki mihrap, minber ve kürsü doğrudan benim tasarımım, mimar Altan Elmas olarak. Onları ben tasarladım. Mihrapta orijinal bir şey yaptık, sade bir mihrap. Yine bizim geleneksel mihrabımız aslında. Mihrap kavsarası denilen, namaz kılınan mukarnasların olduğu kısma, namaz oyuğuna kavsara diyoruz. O kısım baya klasiktir ama mukarnasları modern bir mukarnasla birleştirdik.
Onun dışında bütün mihrap alnına Esma-ül Hüsna’yı yazdık. Selçuklu’da ve Osmanlı’da hiçbir mihrapta Esma-ül Hüsna yoktur. Bütün Esma-ül Hüsna’nın bu şekilde olduğu mihrap için de Hattat Davut Bektaş hoca ile çalıştık. Onun da çok güzel bir tasarımı oldu. Çünkü dar bir alan, Esma-ül Hüsna çok fazla ve onun oraya yazılmasını istemiştim. Fikir bana ait. Dışarıdan bakınca taşa bir desen işlenmiş gibi algılansın, ama yakından bakınca onun Esma-ül Hüsna olduğu idrak edilsin diye düşündük. Çok istifli bir yazıdır. İstifli yazı okumayı bilen ancak okuyabilir oradaki yazıyı. Yine minberimiz de özgün bir tasarım kullandık. Pirinçle karıştırdık, külahını modernize ettik, bambaşka bir külah kullandık. Taşlara pirinç oyduk, yerleştirdik. Yine dışarıda kullandığımız aero cream taşını, mihrap, minber ve kürsüde bir ton koyu olarak uyguladık.
– Burası sadece bir cami değil, aynı zamanda külliye. Sosyal alanlar neler?
Genel mimari açısından, burası sadece bir cami değil… Taksim Camii Külliyesi burası. Cami var, kapalı ibadet mekânları, açık, yarı açılan kapalı alanlarımız var. Toplam 3 bin kişi kapalı, bin kişi de açık alanında namaz kılabilir. Tüm mekânlarla beraber 6 bine yakın kapasitesi var.
Eksi bir katı, konsolosluk tarafından açığa çıkan bir kat, bir miktar da Tarlabaşı tarafından açığa çıkıyor. O bölümü komple kültür alanı yaptık. Orada caminin ana mahfil katının altını komple kolonsuz olarak aynı şekilde geçtik. Aşağı yukarı 30 metreye 30 metrelik çok büyük bir açıklıktır. Orada da köprü kirişlerinde kullandığımız tekniği kullandık.
Bunların dışında bir tane büyük çok amaçlı salonumuz var. Dijital kütüphane gibi kullanılacak bir mekânımız var. Kültür sanat faaliyetleri için 6 tane atölyemiz var, hat, tezhip, ebru gibi sanatlarımız için kullanılabilir, bunlara tahsis edilebilir. Vakıf olarak da bu faaliyetlere ve sanatçılarımıza destek vermek istiyoruz. Kütüphane-kitabevi gibi bir düzenimiz var. Orada da gençlerin gelip kitap okuyabileceği, çay içebileceği bir ortamımız var, vakıf kısmının içerisinde ve açık alanı da var.
Hedef kitlemiz üniversite gençliği ama herkese açık tabii ki. Aşevi ve mutfağını yaptık. Yemek yemekten ziyade, kapasiteye göre ihtiyaç sahiplerine dağıtmak amaçlı. Camimizdeki en önemli hususlardan biri, kadınlarımızı çok önemsedik ve kadınlarımıza mahfel katını ayırdık. Asansör ile inişinden girişinden, çıkışına, abdesthane ve lavabolarına kadar çok nezih bir şekilde yapmış olduk. Gün içinde uğrayıp namaz kılmak için çok güzel bir mekân ortaya çıktı. Korona nedeniyle 15 Mart’tan 15 Hazirana kadar hiç çalışmadık, tamamen durduk. 15 Haziran’dan itibaren yeniden başlayarak çalışmalarımıza yeniden başladık ve bu süreçte de son iki üç ay içinde zorlandık açıkçası. Ekiplerimizden yarıdan fazlası, maske-mesafeye çok dikkat etmemize rağmen korona oldu. Çok ince kalifiye iş yaptığımız için usta işçi konusunda son iki ayda çok sıkıntı çektik. Malzeme tedarikinde zorluk yaşadık, hala dış aydınlatmalarımızı takamadık.
Burada önemli bir mimari detay daha var. Burası çok merkezi ve tarihi bir alan olduğu için farklı bir inşaat tekniği kullandık. Dünyada hiçbir cami yapımında kullanılmayan bir teknik. Genelde deniz kenarlarında, yer altı binalarının yapımında kullanılan bir tekniktir. Top-down denilir, yani yukarıdan aşağıya anlamında. Biz burada tam top-down da yapmadık, biz hem top-down yaptık, hem top-up yaptık. Farklı bir sistem uyguladık.
Kubbe 33 metre yükseklikte, 64 metre minare yüksekliklerimiz var. 2500 metrekareye oturuyor arsamız. Ama burada bir tramvay deposu vardı. Büyükşehir Belediyesi ile anlaşarak onu kaldırdık. Tramvay deposu yerine biz bir inşaat yaptık ve tramvay deposunu onun içine aldık. O yapıyı da külliyenin bir parçası haline getirdik ve o yapının terasını da caminin terasına eklediğimiz için, caminin terası çok rahatladı. Onun da devamında bir ara kat şeklinde yolu cami girişine bağladık. Yani teras kısmı ile beraber 3500 metrekareye yakın bir alanı var.
Aşağı yukarı dört senedir süren bir inşaat var burada. 2017 Şubatında temel attık. Ondan sonra da dört yılda tamamlamış olduk. Son bir yılda pandemi biraz etkiledi. Açılışı bile Cumhurbaşkanımızın niyeti bayramın birinci günü açmaktı. Ama korona tedbirleri ile ertelendi. Değişmekle birlikte son 6 ayda burada her an 400-450 kişi hep çalışır vaziyetteydi. Ondan önceki aylarda da bu rakam 250-300 kişi bandındaydı. Bunun dışında dışarıdan buraya hizmet veren bir dünya insan vardı. Ben sadece montajcı ekiplerden bahsediyorum. İstihdam sayısı bini rahat geçer. Ahşapların burada sadece montajı yapılıyor. Ama fabrikada 3 ay-4 ay imalat yapılıyor. Alçılar dışarıda dökülüyor ama burada montajlanıyor. Gördüğünüz mermerlerin tamamı önce projelendiriliyor, Antalya’da işleniyor ve buraya geliyor.
Beyoğlu Belediyesi Gazetesi, Taksim Camii Özel Sayısı
#LuxeraBahçePort #LuxeraGYO #İstanbulHavalimanı
#ZiraatKuleleleri #Kalyonİnşaat #AutodeskDesignMakeAwards2024
#BabacanMeridian #BabacanYapı #Beşiktaş
#ÇEDBİK #YeşilBinalarZirvesi