Yılmaz Büyükerşen, çiftçiyi güneş enerjisiyle destekleyecek
Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen, yeni projesini açıkladı: Toplam 7 megavatlık güneş enerjisi santrali kurmak ve çiftçiyi desteklemek. Peki Yılmaz Büyükerşen, Kanal İstanbul için hangi yorumu yaptı? İşte detaylar...
Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen, üç yeni alanda temiz enerji üreteceklerini açıkladı. Türkiye’nin turizm rotalarına, belediyeciliğin sağladığı cazibe ile dahil olan Eskişehir’in duayen Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen, ‘nasıl yaptık’ sorusunun cevabını Büyükerşen, Dünya Gazetesi’nden Tülay Taşkın’a verdi… Büyükerşen yeni projelerini de paylaşarak, temiz enerji üreteceklerini ve üreticiyi tüketici ile aracısız buluşturacaklarını söyledi. İşte gazetenin büyükşehir belediye başkanları ile röportaj serisinin ilkinde Büyükerşen’e sorulan sorular ve cevapları…
– Tabiri caizse çölden bir vaha yarattınız. Bu kentte bir saniyesini bile geçirmek istemeyen insanların yerini, şehir dışından gelip Eskişehir’e yerleşmek isteyenler aldı. Sokaklar kenti görmeye gelen turistlerle dolu. Siyasi görüş fark etmeden Türkiye çapındaki belediyeler tarafından örnek alınan bir Büyükşehir Belediye Başkanı olarak, diğer belediye başkanlarına tavsiyeleriniz nelerdir? Yaşanabilir çağdaş bir kent yaratmak için neler yapmalılar?
“Yaratmak tanımı, mecazi anlamda kullanılabilir olsa da, bana çok doğruymuş gibi gelmiyor. Değiştirmek ve geliştirmek deyimlerini kullanmak, bence daha doğru. Çünkü günümüzde, devletlerin, çağdaş hukukun ve demokrasinin temel kurallarından biri, mülkiyet hakkıdır. Mülkiyet hakkının olduğu yerde, kendi mülkünüz dışında, istediğiniz her şeyi yapamazsınız. Kaldı ki, kendi mülkünüzü kullanırken bile belli kurallara uymak zorundasınız. O yüzden ben 1999’da göreve geldiğimden bugüne kadar önce hukuk ve yasalara, sonra da başkan olarak yasaların bana verdiği yetki ve sorumluluk çerçevesinde projeler yaptım ve hayata geçirdim. Bu, birinci kural… Çünkü mahkemelere intikal eden uyuşmazlıklarda, hem proje maliyetleri hem de zaman konusunda olumsuzluklar yaşanır. Bunlarla karşılaşmamak için, işi en başından hukuka uygun şekilde yürütmeye özen gösterdik.
Diğer belediye başkanlarına tavsiyede bulunmak ya da yol göstermek değil de, “nasıl yaptık?” meselesini anlatmak için söyleyeceğim ikinci kural; şehri ve o şehirde yaşayan insanları iyi tanımak. Şehrin geçmişini, hafızasını, sosyal yapısını, ihtiyaçlarını ve bu ihtiyaçların öncelik sırasını doğru belirlemek. Ben doğma büyüme Eskişehirliyim… Burada okudum, burada evlendim, çocuklarım ve torunlarım burada doğdular, burada yaşıyorlar. Ben Eskişehir’i tanıyorum, Eskişehirlileri tanıyorum. Yetmez… Onlar da beni tanıyorlar. Yılmaz Hoca neyi yapar, neyi yapmaz çok iyi biliyorlar. Böyle olursa, yaptığınız hiçbir proje olumsuz tepki almaz. Tramvay projemizde olduğu gibi, hayata geçtikçe ne kadar doğru olduğu kendiliğinden ortaya çıkıyor zaten.
Diğer bir kural da şu; hiç bir şeyi yeniden keşfetmenize gerek yok. İnsan doğası gereği, kendisini “iyi ve mutlu” hissetmek ister. Ayrıcalıklı hissetmek ister. Eskişehirliler, otomobilleriyle şehir içinde 120 kilometre hızla mı gitmek istiyor yoksa şehrin birçok noktasına yürüyerek ulaşmak, caddelerinde rahatça gezmek mi? Elbette ikincisi. Dünyanın bütün mutlu şehirlerinde insanlar şehirlerini, şehirlerinin de onları kucaklamasını ister. “Benim şehrim” algısı önemli. Elbette kurallar bunlarla sınırlı değil. Ekonomik kaynakların doğru kullanılması, projelerin uzun vadeli düşünülüp hayata geçirilmesi, dürüst ve şeffaf işler olması, dahası verilen sözlerin tutulması, tutulamayacak sözlerin hiç verilmemesi gerekli.”
– Yapmak isteyip de yapamadığınız bir proje var mı?
“Çok olmasa da bir kaç tane var. Örneğin, Porsuk hattını düşünürseniz, Merkez İş Bankası tarafından eski otogar-Salhane Köprüsüne doğru olan bölüm. Bayat Pazarı da o projenin içindeydi ve bugün Adalar, İsmet İnönü Caddesi, Ulus Meydanı ne kadar ışıl ışılsa, şehrin
o tarafını da o hale getirmek için projeler yapmıştık. Ancak olmadı. Şimdi şehrin o tarafına geçtiğinizde farkı görüyorsunuz. Bir ikincisi de, yeni yapılan stadyumun şimdiki yerine yani Sazova’ya değil de Muttalip Bölgesi’ne yapılmasını çok istemiştim. Biz de, stadyumun çevresine birçok spor tesisi ve alanı yapacak ve orada çok büyük bir “Olimpiyat Köyü” ortaya çıkaracaktık. 150 milyon liralık yatırım, çevresi genişlemeye uygun olmayan o daracık bölgeye sıkıştırıldı.”
PROJELERE DEVLETTEN DESTEK ALIRIZ DİYE BAŞLAMIYORUZ
– Projelerinize destek alabiliyor musunuz?
“Şehrin su sorununu Porsuk yerine, Çifteler’deki Sakarbaşı’ndan alınacak su ile ilelebet karşılayabilecek proje teklifimiz, keza demiryolunun şehir çıkışına kadar yerin altına alınması teklifimiz engellendi. Ayrıca belediye binası ihtiyaca cevap vermekten uzak.
Şimdiki binamızın arkasında, Milli Emlak’a ait boş arsayı belediyeye ilave bina yapmak için ısrarla istememize rağmen vermediler. Hiçbir projeyi “nasıl olsa devletten destek alırız” beklentisiyle hazırlamadığımız için, hep kendi olanaklarımızla ya da kendi bulduğumuz finansal kaynaklarla hayata geçirdik. Tabi bunun için İller Bankası’ndan aldığımız kredileri saymıyorum. Zira o da yasadan kaynaklanan hakkımız.”
– Alpu Ovası’na kurulmak istenen kömürlü termik santrali önlemek için çaba sarf ediyorsunuz. Son durum nedir?
“Alpu Ovası’na yapılmak istenen termik santrale ben dahil bütün Eskişehir karşı. Samimi olarak söylüyorum ki, iktidar partisi seçmeni hemşerilerim ve iktidar partisi yöneticileri de dahil… Düşüncelerini açık açık dile getiremiyorlar, biliyor ve anlayışla karşılıyorum. Büyükşehir Belediyesi olarak müdahil olma hakkımızın olduğu her davada taraf olduk ya da kendi adımıza mahkemeye gittik. Şehirdeki diğer STK’ların eylemlerini destekledik. Süreç şimdilik askıya alınmış gibi görünüyor. Bacalarına filtre taktırmayan santrallerin bir bir mühürlenmesi son derece önemli. Kazdağlarında, Kütahya’daki Muratdağı’nda ve diğer vahşi maden arama alanlarında ülke olarak gösterilen tepki ve bu tepkiye sessiz kalınmaması, beni çevre konusunda biraz olsun ümitlendiriyor. Bu direnç, yapılması planlanan kömürlü termik santrallerine karşı bir umut olacaktır.”
3 yeni alanda temiz enerji üretecek
– Eskişehir’in çöpünü enerjiye çeviriyorsunuz, diğer enerji projeleriniz neler?
“2018’in Haziran ayında Katı Atık Geri Dönüşüm Tesisini hizmete açtık. Burada, Eskişehir’in çöplerinden elektrik üretiyoruz. Günlük elektrik üretimi 11.2 megavat. Bu da yaklaşık 90 bin hanenin günlük elektrik ihtiyacı demek. Enerji elde edilirken, ortaya çıkan sıcak suyu da şehirde kullanılan çiçekleri üreten seralarda kullanıyoruz. Asıl önemlisi de, Eskişehir’in çok uzun yıllardır var olan “vahşi çöplük” sorununu hallettik. Artık çöp dağları, için için yanan çöpler yok. Enerji konusunda yurt dışına bağımlı hale geldiğimiz gerçeğinden yola çıkarak, toprağımıza, suyumuza, havamıza ve insanımıza zarar vermeyen enerji üretim modellerine yönelmemiz gerektiğine inanıyoruz. Bu kapsamda Mamuca (Gülpınar) Mahallesinde mülkiyeti belediyemize ait alanda güneş enerjisi santralini (GES) kurduk. Ürettiğimiz enerji ana şebekeye veriliyor ve belediyenin tüketiminden mahsup ediliyor. Bir yandan güneşten faydalanıyoruz bir yandan belediye bütçemize destek oluyoruz. Önümüzdeki yıllarda belediyemize ait 3 yeni alanda daha toplamda yaklaşık 7 megavat kapasiteye sahip GES kurmayı planlıyoruz.”
– 21 yıllık çalışmanızın sonunda hayalinizdeki Eskişehir’e ulaştınız mı?
“Hem evet hem hayır. Çünkü şehir dediğimiz şey çok kompleks bir şey. Birçok şeyin birleşiminden oluşuyor. 21 yıl insan hayatı için önemli bir zaman dilimi olsa da ülkelerin ve şehirlerin var olma süreçleri içinde çok da uzun sayılmaz. Hayalimdeki Eskişehir’e ulaştık mı hayır, henüz tam olarak değil. Daha yolumuz var. Ancak Eskişehir halkıyla bir hayli yol kat ettiğimizi, önemli ilerlemeler ortaya koyduğumuzu düşünüyorum. Hayalin bittiği yerde hayat da biter. Bu şehre ilişkin hayallerim asla bitmeyecek. Daha güzel, daha değerli, daha özenilecek bir Eskişehir yaratmak için bundan asla vazgeçmeyeceğim.”
ÇİDEM ile çiftçiyi destekleyeceğiz
– Üreticileri desteklemek, tüketicilerin daha sağlıklı ve ucuz ürüne ulaşmasını sağlamak için halk ekmek ve halk süt gibi projeler gerçekleştiren belediyelerden birisiniz. Bu alanda yeni bir gelişme var mı?
“Biliyorsunuz, kırsaldaki üreticilerimize destek vermeye 2017’de başladık. Domates ve marul fidesi, ipekböcekçiliği için dut fidesi, canlı küçük ve büyük baş destek kapsamında 50 damızlık manda, meyve sebze ve kurutma tesisleri, üretim ve satış kooperatiflerinin kurulması için gerekli destekler verildi. Verilmeye de devam ediyor. Önümüzdeki günlerde kısa adı ÇİDEM olan Çiftçi Destekleme Merkezi’ni hayata geçireceğiz. Halk Süt’ün yanına Halk Yumurta’yı ekledik. Bizimkisi üreticiye “can suyu” vermek, devamını kendileri getirecekler. Verdiğimiz domates fidelerinden kendi fidelerini yetiştirecek, ürünlerini çeşitlendirecekler, biz onlara aracısız satış yapabilmeleri için imkanlar sunacağız. Toplumda,”sağlıklı ürün” anlamında hassasiyet yükseliyor. O noktada, üretici ile tüketiciyi buluşturacak pazarlama organizasyonları inşa edeceğiz.”
Kanal İstanbul ‘fazlaca müdahaleci’
Kanal İstanbul, çocukluğundan beri Eskişehir için hayaller kuran ve fırsat bulduğunda da bunları bir bir hayata geçiren bir belediye başkanı olarak “beni bile aşıyor”. Çünkü bu proje, şehre yeni bir açılım getirmekten öte, doğanın dengesiyle oynamak demek. Maliyet büyüklüğünü bir kenara koyuyorum. Zaman zaman ne düşünüyorum biliyor musunuz; Allah isteseydi, doğa da kendince böyle bir şeyin gerekli olduğunu düşünseydi, o ikinci boğaz bir şekilde kendiliğinden orada var olurdu. Oradaki ekosistem, denge kim bilir kaç yüz bin yıldır o şekilde işliyor. Şimdi oraya kanal açmak, bir doğal denge açısından, iki imar ve şehirleşme açısından, üç maliyeti açısından, dört “gerçekten gerekli mi?” sorusu açısından bana mantıklı gelmiyor. Çünkü doğa, kendisinden zorla aldığınızı günün birinde illa ki geri alır. İstanbul’un karşı karşıya olduğu deprem riski de hesaba katıldığında bu projenin “fazlaca müdahaleci” bir proje olduğunu söylemeliyim. Süveyş Kanalı Afrika kıtasını, Panama Kanalı da Güney Amerika’nın tamamının çevresini dolanmanızı önlemek için var. Peki bu yeni boğaz niçin? Öne sürülen gerekçeler de bana inandırıcı gelmiyor.
Türkiye’nin Otomobili Türkiye’de üretilseydi…
Devrim otomobilinin hikayesi romantik, bir o kadar da acı bir hikayedir. 130 günde 20 mühendisle ve 900 bin lira bütçeyle yüzde 100 yerli otomobil üretmek… Peki, ne oldu? Ürettiler. 28 Ekim 1961 sabahı trene yükleyip Ankara’ya gönderdiler. Sonra ne oldu, hikaye
odur ki, içine benzin koymayı unuttular, Devrim stop etti. Başta Cumhurbaşkanı Gürsel olmak üzere herkes desteğini kesti, proje rafa kalktı. Devrim arızalandığı, tekerlekleri dönmediği, freni tutmadığı için değil, yanlış yapıldığı için değil, Vecihi Hürkuş’un Kayseri’de uçak ürettiği fabrika neden kapatıldıysa, o yüzden rafa kalktı. Ama bugün ne oldu? İddialar doğruysa yıllar önce hazırlanan prototip, 35 milyon dolara satın alındı. Ülkeye getirildi “Made in Turkey” yani ‘Türkiye’de üretilmiştir’ diye sunuldu. Peki, Türkiye’nin kendi otomobilini üretmesini ben istemez miyim? Herkesten çok isterim. Ama keşke Devrim gibi, Türk mühendisleri tarafından Türkiye’deki bir fabrikada üretilseydi. Bursa Mudanya’dan gemiye yüklense İstanbul’dan gemiden inseydi.
RÖPORTAJI DÜNYA GAZETESİ’NİN SİTESİNDEN OKUMAK İÇİN TIKLAYIN!
Dünya